Ana içeriğe atla

Translate

Önemli Açıklama!

Burada paylaştığım ve paylaşacağım her türdeki eser, tamamıyla ve yalnızca bana aittir. Farklı bir platformda, eserlerimden izinsiz alıntı yapanlara, eserlerimin tamamını veya bir kısmını kopyalayanlara karşı, her türlü hukuki süreci izleyeceğime emin olabilirsiniz.

Yalnızca kaynak gösterilmesi ve izin alınması koşuluyla alıntı yapılabilir.

Üstelik bu platformda; gelişmeyi desteklemeyen hiçbir eleştiri, dikkate alınmamaktadır...

No.7 / İki Dirhem Bir Atari


 



   

    Canım çıktı... Cidden ama, daha doğrusu canımız çıktı. İpek'in sunduğu fikir öylesine cazipti ki, 2002 senesine adım attığım ilk yerden başlayarak her yeri video ve fotoğraflarla kayıt altına aldık. Alaaddin Tepesi, Zafer Meydanı, Rampalı Çarşı, Aslan amcanın sahaf dükkanı, Kadınlar Pazarı, Aziziye Cami, İhsan Usta'nın turşu dükkanı, mahallemdeki park, gittiğim alışveriş merkezi ve hatta Pamukçu Köyü'nü bile kaydettik. Tüm bu yerlere yeniden gelip kayıt altına almak heyecanlıydı ama İpek'in hep canlı olan o coşkusunu da dahil edersek, onunla şehrin her yerini gezebileceğimi hissettim. Tabii bu iki günlük gezinin finalini köyde yapmamız hataydı. Çünkü her ne kadar o uzun yola alışık olsam da, İpek yorgunluktan uyumak üzereydi. Ee, ikinci günün sabahında, herkes telaşla işe giderken biz coşku içinde kayıt için koşturursak olacağı bu. Koltukta hafifçe bana yaslanıp dışarıyı seyre dalsa da, halen enerjik olduğunu hissediyordum.

"Ciddi, ciddi ta buralara mı taşındı arkadaşın?"

"Maalesef, istersen kayıtlardan silebiliriz."

"Yok yok, boşuna gelmiş olmayalım en azından." diyerek güldü. 

"Teşekkür ediyorum, böylesi yorucu bir maceraya benimle atıldığın için."

"Hayatına dahil olduğum için kendimi şanslı hissediyorum, umarım bu konuda hislerimiz karşılıklı olur."

Kestane tonu gözleri ne de güzel parlıyordu öyle. Biraz kızarmış olmalıyım ki, yanaklarıma bakıp daha çok gülümsedi. 

"En son ailenle kavga ettiğini anlatmıştın ama bizi gayet sıcak karşıladılar."

"Ohoo bakma sen onlara. Yanımda bir kız görünce heyecan yapıp en kibar hallerine büründüler sadece."

Birlikte kahkahaya boğulurken usulca başını omzuma koydu. 

    Çarşıya vardığımızda ilk iş olarak, Aslan amcanın yanına uğradık. Muharrem, dizlerine yatmış etrafı izlerken o da seslice kitap okumaktaydı. Bizi görünce Muharrem'in başını okşadı.

"Muharrem, bak senin hanım gelmiş."

"Aslan amca ne kadar ayıp, sana hiç yakışıyor mu ama yav?"

"Evlat kabahat bende de değil, Muharrem'de de. Gayet uslu, kendi halinde bir hayvancağız."

"Yine bir kabak daha başımızda patladı vallahi."

"Hiç boşuna sızlanma. Zaten hanım kızımızı da oradan oraya koşturmaktan yormuşsun. Oturun bakalım, birer çay içelim." 

"Unutmayalım ki, bu fikir bana aitti Aslan amca."

"Ah be kızım, sen de ne diye dertsiz başına dert alırsın anlamam ki?" 

Keyifle çaylarımızı içtikten sonra yanımıza Muharrem'i de aldık. Aslan amcaya uğramışken Jules Verne'den birkaç klasiği de satın aldım tabii. Şaka gibi cidden... Geldiğim zamanda bu klasikleri tam metin olarak bulabilmek neredeyse imkansız çünkü. Otobüs duraklarında vedalaşacakken aklıma geldi ve heyecanla İpek'e baktım.

"İşin yoksa şimdi bana gelsene, atari oynarız, çok güzel kasetler aldım yeni."

Muzip bir edayla göz devirdi.

"Masumca atari oynayacaksak neden olmasın?"

"Aşk olsun ama, ben Muharrem miyim?"

Bunun üstüne katıla katıla güldü. Eve girdiğimizde tüm gün ne kadar yorulduğumuzu anladık. Cips yiyip kola içerken kanepede öylece oturup kaldık.

"Aa bak, benim cipsten taso çıktı. Al bakalım, koleksiyoncu."

"Oley teşekkür ederim."

"Çuval çuval taso toplamışsın ama hala bir tanesine seviniyor musun?"

"Ne yapayım, bunlar çok kıymetli benim için." diyerek atariyi kurmaya koyuldum.

Ataride Tecmo World Cup Soccer oyununu oynuyorduk. İtiraf edeyim, önümüzdeki yirmi sene boyunca bundan daha güzel bir futbol oyunu gelmedi ve gelmeyeceğine de eminim. Oyuna dalıp laflarken sekizinci golümü de yedim. Skor sekiz, ikiydi. Bir an için, parmakları heyecanla atari koluna basarken, İpek'in yüzündeki çocuksu tebessümü seyre daldım. 

M.S. 2150 kitabındaki Lea karakterini anımsatıyordu bana. Yirmi yedinci sayfada bahsettiği üzere, tıpkı Lea gibi; berraktı, sahteliklerden uzak, kendisini, başkalarını ve hayatı olduğu gibi, sevinçle deneyimleyen, çok saygılı, çok zeki, dürüst ve açık sözlü bir kadındı. Hey Allah'ım ya... Bunları düşünürken iki gol daha yedim.

"Kafan nerede senin akıllım?"

"Sen çok iyi oynuyorsun ben ne yapayım? Hem merak ediyorum. Hikayemi dinledin, benimle onca yeri dolaşıp yardımcı oldun ama geldiğim zamana dair hiçbir şeyi sormadın. Önümüzdeki yirmi seneyi hiç merak etmiyor musun gerçekten?"

"Ben anı yaşamayı ve içinde bulunduğum o anın her saniyesini hissetmeyi öğrendim. Neşeyle, huzurla, sabırla... Tabii ki anı yaşarken onun tadını çıkarırken bencil bir vurdumduymazlıktan da hep geri durdum. Geçmişimdeki hatıralarımı düşündüğüm, geleceğimdeki hayallerimi planladığım zamanlarım oldu. Ama bunların hiçbirisi yaşadığım andan öğrendiklerime, tecrübe ettiklerime engel olmadı. Ona gölge düşürmediler yani. Eğer yaşadığım ana değer vermeseydim, gelecekten gelen birisi olan seni tanıma şansım olmazdı belki de. Bugünde, geçmişte veya gelecekte, hiç fark etmez. Tüm zamanların kıymetini bilmeli insan."

İçimden, işte gerçek bir Lea, diye düşünürken gururla ürperdiğimi hissettim. Bir şeyleri anlatırken gözlerinin heyecanla ışıldaması, neşe dolu tebessümü, geldiğim yirmi seneye bedeldi doğrusu.

Yorumlar

Posta Kutusu

Ad

E-posta *

Mesaj *