Ana içeriğe atla

Translate

Önemli Açıklama!

Burada paylaştığım ve paylaşacağım her türdeki eser, tamamıyla ve yalnızca bana aittir. Farklı bir platformda, eserlerimden izinsiz alıntı yapanlara, eserlerimin tamamını veya bir kısmını kopyalayanlara karşı, her türlü hukuki süreci izleyeceğime emin olabilirsiniz.

Yalnızca kaynak gösterilmesi ve izin alınması koşuluyla alıntı yapılabilir.

Üstelik bu platformda; gelişmeyi desteklemeyen hiçbir eleştiri, dikkate alınmamaktadır...

NkO - 15 / Tahayyül


 



   

 1

   Gülşen

   İşte bu hengameyi seviyorum. Tezgaha gelişigüzel savrulan domatesler, birbirinin üstüne çullanmış biberler, her biri farklı patatesler ve tabii ki etrafa boş gözlerle bakan balıklar. Bu mevsimde mi!?  Neyse ki, bunların hiçbiriyle işim yok. Tabii bu hengameye, birbiriyle çarpışmak için can atan pazar arabalarını da katmalıyım. Ah, işte buldum, yine de listeye yeniden bakmalıyım. Muz, çilek, böğürtlen ve kiraz... Puf, ananası bulamadım, şunları dükkana bırakayım bari.

   Simge

   Vay canına! Bu parçalar güzelmiş de hangi rafa koysam acaba? Şu ikisi Pessoa, daha Pavese de var tabii. Şu iki tane Beş Şehir'i yerleştirmem lazım önce. Of neden bunları karmakarışık paketlerler ki? Dükkanda kimselerin olmadığı zamanlar yeni kitapları koklarım. Imm mis gibiler. Raflar hallolduğuna göre editörlüğe devam. Nadir Bey yine tam vaktinde gelir umarım. Kendisi yüksek lisanstan hocam ve sağ olsun, bu sahafta da bana editörlük teklifinde bulundu. Çocukluğumdan beri yazar olma hayalim olduğu için, bir yerden başlamak lazım deyip kabul ettim. Edebiyat öğrencisi, editör, bol kitaplı ve yazarlık için çırpınan bir hayat. Yazarlıktan önce daha heyecan verici bir hayalim var. Hem yazarlığa, hem de editörlüğe yenilik kazandıracak bir edebiyat kulübü kurmak. 

   Lütfü

   " Bardakta çorba, yanına bir dilim ekmekle üç lira. Gel ahali, gel abicim, gel kardeşim. Çorbamız üç lira, üç lira! "

İşler bugün de tıkırında çok şükür. Pazar da ne kalabalık he? " Mercimek, domates, yayla, buyurun! " Üç, beş satış daha yapayım da kitap molası vereyim artık. Zaten seyyar arabamın çekmecesinden bana bakıyor arada, Sartre'dan Duvar. Haydaaa! En son hangi sayfada kaldım ya... Ulan Lütfü, bir ayraç alacaktın, hep unutuyorsun. Dur bir düşünelim. Dün saat ikiye kadar çorba sattım. Sonra mahalleden Nermin Teyze rica etti, ona market alışverişi yaptım. Yüz yirmi iki lira tutmuştu, fişe bakınca bir hesap yapmıştım nedense. Heh, tamam. Yirmi sekiz yaşındayım, ondan çıkarırsak kaldı bize doksan dört. Bakayım hemen, işte be bu sayfadaydım. Ooo kitap demişken, üstatlar üstadı Nadir hocam geliyor. 

   Nadir

   Fakülteden çıkıp hızlı hızlı dükkana giderken, yolu kısaltayım dedim. Pazarın girişinde, her zamanki yerine arabasını getirmişti Lütfü. Şimdi de el sallıyordu, sahi bugün çok acıkmıştım. İçeceğim sıcacık çorbanın neşesiyle adımlarımı hızlandırdım. Lütfü tüm içtenliğiyle gülümseyip elimi kuvvetlice sıktı. Dilim ekmeğimin ucunu domates çorbasına batırırken " nasıl gidiyor kitap? " diye sordum. 

" Kitap iyi hoş da, arada bir kaldığım yeri unutuyorum. Ayraç alacaktım ama kaldı, öyle. "

" Dükkanda tam senlik bir ayraç var. Dönüşte uğra mutlaka. " 

" Eyvallah hocam, güzel adamsın vesselam. "

" Senin kadar değiliz be Lütfü. "

Kimi zaman kitaplar pahalı olur, kimi zaman da Lütfü'nün durumu sıkışık olurdu. Dilediği kitabı okusun diye ödünç vermeyi teklif etmiştim. Gururludur ve de çok yüreklidir Lütfü. O bana daha iyi bir teklifte bulundu. Ödünç aldığı her kitaba karşılık, bir bardak çorba ikram ediyor. Böylece hem dilediğince okuyor, hem de güzelim çorbalarını eksik etmeyip mahcup olmuyor. Tam çorbamı bitirmiştim ki, aklıma güzel bir fikir geldi. " Lütfü, bundan böyle okuduğun her kitabın sonrasında, senden kısa bir inceleme yazısı bekliyorum, ne dersin? "

" Senin için uygunsa yazarım Nadir hocam ama, yanlış anlamazsan ne işine yarar ki benim yazdıklarım? "

" Gün gelir incelemene bakıp kitapla ilgili uzun uzun konuşuruz hiç değilse, fena mı olur? "

Lütfü'nün yanıtını beklemeden elini sıkıp çorbanın ücretini ödeyerek yola koyuldum. O ise yanıt veremediği için değil de, beni ilk defa bu kadar çokça gülümserken gördüğü için şaşkındı.

   Mesut

   Günün taptaze pastalarını özenle yerleştiriyorum. Buram buram vanilya kokusu geliyor, mis gibi. Gülşen meyveleri alacaktı, gecikmez inşallah.

2

   İçinden yok yok, gitmez bu hikaye diye geçirerek yazdığı kağıdı buruşturup attı. Bu karakterlerle olmuyordu işte. Of of, yeni bir şey denemek lazım. En azından karamsar arkadaşımız Ferit böyle düşünmekteydi. " İyi karakterler buldum ama sonu belirsiz öykünün. Öykü değil de bir tiyatro oyunu mu yazsam acaba? Hem fena mı, bir de onu denemiş olurum. " düşündü sesli bir şekilde.

Bildiğim kadarıyla Ferit, Anton Çehov'u çok seviyor. Hah, yeni bir kağıt aldı şimdi. Başlık olarak, Yahya Dayı yazdı. Bir dakika... Allah kahretmesin, umarım bu başlık için Vanya Dayı'ya atıfta bulunmamıştır. Yüzünü buruşturup kağıdı fırlattı, maalesef, bulunmuş... Tam başını ellerinin arasına alıp kara kara düşünüyordu ki, arkadaşı Osman odaya girdi. 

" Kardeşim hayırdır, ne oldu? "

" Ne olacak, şu yeni bahsettiğim öyküyü yazamadım. Sonra tiyatro yazayım dedim, o da mahvoldu. "

Ferit'in bakışlarını takip eden Osman, yerdeki kağıdı aldı. " Yahya Dayı mı? İnşallah bu başlıkta Çehov'u anmamışsındır kardeşim. Neyse, hem üzülme yahu. Gel bu başlıkla kısa bir öykü yazalım. "

" Nasıl yani, olur mu dersin? " 

" Ohoo, bak da gör aslanım. Önce basit düşünerek başlayım, mesela. " diyen Osman, Ferit'in yanına oturarak kalemi alır. Ferit'in odasında asılı duran manzara tablosuna bir süre bakar ve gülümseyerek yazmaya koyulur.

3

   Yahya Dayı günün ilk ışıklarıyla birlikte uyandı. Elini yüzünü yıkayıp havlusunu da omzuna atarak çay suyunu ocağa koydu. Bu ormandaki küçük, ahşap kulübesinde yıllardır yalnız başına yaşıyor ve civardaki köylüler, yaşına hürmeten ona Yahya Dayı diye hitap ediyor. Çayı demlemeye bırakıp bahçeye çıktı. Daha kırılacak odunları vardı ve bahçesi de, köye giden patika yolun hemen yanındaydı. Köpeği Akbaş, bahçeye çıktığını görür görmez bir, iki kez havlayıp Yahya Dayı'yı selamladı. Akbaş'a bakıp gülümsedikten sonra onun yemeğini ve suyunu tazeleyerek baltasını da bahçeye getirdi. Hekimoğlu türküsünü mırıldanırken odunları yavaşça kırmaya koyuldu ve Akbaş'ın havladığı yöne bakınca, patikadan İhsan'ın geldiğini gördü. Kısa bir selamlaşmadan sonra " hayırdır İhsan, nereye bu saatte evladım? " diye sordu.

" Ormanda biraz mantar toplayayım demiştim, hem sabah yürüyüş de iyi gelir Yahya Dayı. "

" İyi etmişsin, çay olmak üzere. Gel, bir kahvaltı edelim. "

" Yok dayı sağ ol, daha bahçede işimiz var. Çapa falan yapılacak. "

" Tamam evlat, benim de işim var bak. Kahvaltımızı edelim önce bir. " 

İhsan'ı ikna eden Dayı, onun da yardımıyla bahçeye sofrayı kuruverdi. Kulübe küçük bir tepenin yamacındaydı ve tepeyi aşınca kuvvetlice akan dere sizleri karşılıyordu. Suyun sesi, kuşların cıvıltısına karışırken çayından bir yudum daha aldı İhsan. 

" Yahu Dayı, yıllarca hiç sıkılmadın mı burada? Ne diye köye gelmezsin? "

" İlahi, evlat. Şehirden gelen birkaç turist bu soruyu soruyor bana. Onlar da verdiğim cevabı sana da söyleyeyim. Sen insanlar içinde sıkılmadıysan, ben bu ormanda hiç sıkılmam. Demem o ki; bana buradaki huzuru, akan derenin azmini, kuşların neşesini, rüzgarın şarkısını, başka bir yerde göster. Senin hatırına oraya geleyim. "

" Doğru diyorsun Yahya Dayı, ama rüzgar nasıl şarkı söylesin, onu anlamadım. "

" Ee evlat, dinlemesini bilirsen doğa sana çok şey anlatır. "

4

   " Osman, güzel kardeşim benim. İyi hoş da ben uzun bir öykü yazmak istiyorum. Böylesi çok kısa oluyor be. " 

" Arkadaş, önemli olan karakterleri benimsemek. Sonrasında hikaye alır başını gider zaten. Bak mesela, ilk yazdığında ne güzel bir teknik de kullanmışsın. Karakterler renkli, ona niye devam etmedin? "

" Olmadı, gitmedi o hikaye. "

" Çünkü sen karakterleri benimsemeden yazdın da ondan. Bak Yahya Dayı'ya, hayat felsefesi belli, yaşam standartları öngörülebilir. Kendi halinde bir amcamız. Mesele karakteri tanımakta. "

 5

   Klavyeyi bırakıp arkasına yaslanan Ali, halinden memnun olsa da düşünceliydi. Yazmaya başladığından beri onu sessizce izleyen Hamza " bu neydi şimdi gardaşım? Ben sana diyorum, gel, tiyatro oyunu yazalım. Sen diyorsun, uzun bir öykü projem var. Ee hadi, ikisini de halledelim diyeceğim ama bu neydi şimdi? " diye sordu.

" Bunu illaki daha önce deneyenler de olmuştur ama ben, bu yönteme öykü içinde öykü diyorum. Bir öykü, deneme veya oyun yazmadan önce, eğer yazacağım şeye dair çok fazla pürüz varsa bunu deniyorum ki, hiç değilse kafam biraz dağılsın. Hem ufkumu genişletmek için de çok faydalı. Bahsettiğim öykü için öncesinde bunu denemem şarttı. Üstelik bunu bir yarışmaya göndermeyi de düşünüyorum. "

" Yarışmaya mı? Adamlar tövbe kabul etmez valla. Şuna bak, kim karakter, kim yazar belli değil. Yanımda görmesem senden bile şüphe edeceğim. "

" Ayrıca, gel beraber oyun yazalım dediğinde, konu dizi senaryosuna kadar gitti, hatırlatırım. "

" Onu falan hiç karıştırma. Şöyle dedin, böyle dedin, yalan oldu canım senaryo. Neyse ne, hayırlısı bakalım. Ama bak bu yazdığın Osman kardeş doğru diyor. İlk baştaki karakterler güzelmiş, onları düşünsene arkadaş. Ferit'ten farkın yok vallahi. "

" Güzel sürprizler bazen zamana ihtiyaç duyar. Hem yarışmadan para kazanırsam, seni görecektim ama pek hevesin yok gibi. "

" Olur mu yav, canım gardaşım benim. Hadi, hadi hemen gönderelim. Gir çabuk yarışma sayfasına. " diyen Hamza, var gücüyle Ali'yi dürtmeyi sürdürdü.

 


Yorumlar

Posta Kutusu

Ad

E-posta *

Mesaj *