Ana içeriğe atla

Translate

Önemli Açıklama!

Burada paylaştığım ve paylaşacağım her türdeki eser, tamamıyla ve yalnızca bana aittir. Farklı bir platformda, eserlerimden izinsiz alıntı yapanlara, eserlerimin tamamını veya bir kısmını kopyalayanlara karşı, her türlü hukuki süreci izleyeceğime emin olabilirsiniz.

Yalnızca kaynak gösterilmesi ve izin alınması koşuluyla alıntı yapılabilir.

Üstelik bu platformda; gelişmeyi desteklemeyen hiçbir eleştiri, dikkate alınmamaktadır...

No.8 / Bir Avuç Kornişon


 



   

    Sabahın erken saatlerinde dükkana vardığımda İhsan Usta'nın sitemiyle karşılaştım. Son günlerde dükkana doğru düzgün uğrayamadım ama sitemi ona değildi bence. Arkadaş bu ne kalabalık? Bu şehirde herkes mi turşuyu çok seviyor? Gerçi sadece bizim dükkan değil, tüm komşuların tezgahı müşteriyle doluydu. Çaycının çırağı öyle bir insan trafiğine takıldı ki, getirdiği çaylar buz gibiydi. Çayı olduğu gibi iade ederken "Artık bir mucize olmalı Usta." dedim. Daha İhsan Usta cevap veremeden o mucize karşıma çıktı bile.

Kalabalığın uğultusu duyulmaz, alışveriş telaşındaki insanların hengamesi bir an için görünmez oldu gözüme. Dükkanın köşesinde durup beni izleyen İpek, gülümseyerek içeri girdi. Bendeki şapşal değişikliği gören usta durumu anladı.

"Ooo hanım kızım gelmiş, hoş geldin kızım."

"Hoş buldum, çarşıda dolanıyordum da uğrayayım dedim."

"Ne iyi etmişsin. Dur bakalım." diyerek hemen karışık bir tabak hazırlayıp ikram etti.

"Teşekkür ederim, gelmişken bir avuç kornişon da alırım."

"Siparişi duydun cengaver, hadi bakalım."

Hala süren şaşkınlığımla daha bir telaşa kapıldım. Alelacele turşuyu hazırlamaya çalışırken İpek gülmeye başladı. 

"Müsaade varsa size yardımcı olmak isterim İhsan Amca."

"Estağfurullah kızım ama sana zahmet vermeyelim."

İpek gülümseyip montunu çıkardı ve askıda duran önlüğü giyerken göz kırparak uzattığım tabaktan bir kornişon aldı. Daha az önce tüm zarafetiyle karşımda duran kadın, şimdi üstünde önlüğü ve hızlıca topuz yaptığı saçlarıyla, gür bir sesle müşterilere sesleniyordu. Yorgunluktan ellerimi belime koyup onu izlemeye dalmışken, ilk defa İpek'in de bana hayranlıkla baktığını hissettim. Sanki zihnimden geçenleri okumuşçasına anlayışla tebessüm etti.

Güler yüzü, hal hatır soruşu ve esprileriyle müşterilerin ilgisini hemencecik topladı ve şimdiden çarşının neşesi oldu. Nihayet akşama doğru müşteriler azalınca sohbet etme fırsatını bulduk.

"Sen yarın da çalışırsan ertesi güne, İhsan Usta beni kovar, haberin olsun."

"İki gün niye bekleyeyim cengaverim, şimdiden kovarım ben seni." 

"Al işte ya!"

"Tamam üzülme, almayız ekmeğini elinden." diye ekledi İpek.

"Anlamıyorum ki ben... İnsanlar nasıl oluyor da, ilk seferde yaptıkları işi, benden daha iyi yapabiliyorlar? Neyse bize müsaade ustam, yarın falan çok da aramazsın beni, zannımca."

"Sabah erkenden gel, dükkanı aç. Kaytarmak yok, hadi bakalım. Kendine iyi bak kızım, çok iyi oldu bugün gelmen. Dükkanımıza neşe geldi resmen."

"Gün geçmiyor ki, yine bana laf çakılmasın. Dargın bir şekilde mesaiyi noktalıyorum İhsan Usta, haberin olsun."

    Dükkandan çıktığımızda sabahki rüzgarların aksine yumuşak bir hava hakimdi. Aziziye Cami'ye bakan banklardan birine oturup iş çıkışı telaşındaki insanları izlemeye koyulduk. Geldiğim zamanda bomboş ve çıplak olan meydan, şimdiyse yemyeşil ağaçlarla süslüydü. İstanbul'a ilk gittiğimde Süleymaniye Cami'nin avlusu da beni bu denli etkilemişti. Şu anda, 2002 senesinde bulunmak, çocukluğumun güzel günlerini gençliğimde de yaşamak, tek kelimeyle muazzam. Sanki her saniyesini dolu dolu yaşamak için sarsılıyordu yüreğim. Öyle ki, bunları düşünürken birden ürperdim.

"Ne o, üşüdün mü akıllım?"

Birazcık dolan gözlerimle İpek'e bakarken sessizce gülümsemekle yetindim. Düşüncelerimi okuyor gibi uzunca baktı ve tebessüm ederken, ikimizin de kirpiklerine ilk kar taneleri düştü.

"Aa kar başladı, biraz daha oturalım mı?"

"Olur tabii ki."

"Bu senin için." 

Şaşırarak teşekkür ettim ve paketi açtığımda, üstünde bulunan yüz ifadesinde gözleri oynayan, yeşil renkli bir eldivenle karşılaştım. 

"Ah ne tuhaf, çocukken de vardı aynısından."

"Hadi ya güzel denk gelmiş demek."

"Doğrusunu istersen şu an çok şaşırdım. Çünkü hediye almayalı çok uzun zaman olmuştu."

"Nasıl yani?"

"Gözlemlediğim durumlara bakılırsa, ya özel bir güne dair organizasyonda, ya da birbirinin hayatında iz bırakan kişilerin düşünmesi sonucu hediyeler alınıyor. Ben o tip organizasyonlara pek dahil olmadım. Kimsenin hayatında iz de bırakmadım. Çoğu zaman, yokluğum fark edilmediği gibi, varlığım da fark edilmedi. Fakat bundan yana bir sitemde bulunmuyorum yanlış anlama lütfen. Ben herkese açık yüreklilikle, dürüstçe, açık sözlülüğümle ve tüm doğallığımla yaklaştım. Herkesi olduğu gibi kabul edip herkesin tercihlerine de saygı duydum. Sanırım insanlar bu denli açık ve net yaklaşımlara alışık değiller. Sorunlar da bundan kaynaklanıyor olsa gerek."

İpek gülümserken istemsizce başını yana doğru eğdi. Hiçbir şey demeden aynı tebessümle meydanı seyretti. Ardından elimi tutarak ayağa kalktı ve Alaaddin Tepesi'ne doğru adımlamaya başladık. Neden sonra sessizliği bozdu. 

"Çocukluğumda özellikle haftasonlarına dair en büyük eğlencem, ailecek alışveriş merkezinde dolaşmaktı. Hele ki kış akşamlarında dışarısı tenha ve karanlıkken, içerideki tüm reyonların, mağazaların ışıl ışıl olmasından çok etkilenirdim. Sanki şey gibi hissederdim, hani olur ya..."

"Büyülenmiş gibi mi?"

"Evet, tam olarak öyle olsa gerek."

"Belki yine hissederiz, denemeye var mısın?"

Bu teklifimi duymayı istercesine güldü ve adımlarımızı neşe içinde hızlandırdık. Tramvayın tıngır mıngır sesleri eşliğinde cama vuran kar tanelerini izlerken, vagonlar arasında bulunan raflardan aldığımız kitapları okumaya başladık. Yıllara meydan okuyan şu nostaljik tramvaylarımızda bile bir kültür mevcuttu bu yıllarda. Gözlerimi kapatıp tramvayı dinlerken İpek'e sarıldım.


Yorumlar

Posta Kutusu

Ad

E-posta *

Mesaj *