Ana içeriğe atla

Translate

Önemli Açıklama!

Burada paylaştığım ve paylaşacağım her türdeki eser, tamamıyla ve yalnızca bana aittir. Farklı bir platformda, eserlerimden izinsiz alıntı yapanlara, eserlerimin tamamını veya bir kısmını kopyalayanlara karşı, her türlü hukuki süreci izleyeceğime emin olabilirsiniz.

Yalnızca kaynak gösterilmesi ve izin alınması koşuluyla alıntı yapılabilir.

Üstelik bu platformda; gelişmeyi desteklemeyen hiçbir eleştiri, dikkate alınmamaktadır...

No.11 / Yirmi Adım Kahvesi


 

 

    Aslan amca, İpek ve Tayfun'a mekanın son halini göstermeden önce, sizlere, mekanın bulunduğu parkı ve çevreyi biraz anlatmak isterim. Hoca Ahmet Fakıh Parkı; iki ana caddenin kesişiminde yer alan, dikdörtgen şeklinde cadde boyu uzanan, bir kenarına yakın yerde büyükçe süs havuzu ve diğer kenarına yakın yerde de oyun alanı bulunan tipik bir park modelini taşıyor. Merkezinde ise artık Yirmi Adım Kahvesi olan bina yer alıyor. Ee bu bildiğimiz bir parktan farksız diyebilirsiniz. Doğrudur tabii, tüm çocukluğum bu parkta geçtiğinden benim için nostaljik bir değeri var. Esasında bu mekana sahip olmak da çocukluk hayalimdir demeliyim. 

Her ne kadar kendi içinde köşeli bir yapısı olsa da, çoğunlukla oval şekilde uzanan binanın arkasında ise, oyun alanına bakan küçük bir bahçe daha bulunuyor. İşte bu arka bahçeden, öndeki açık alanı kapsayacak kadar büyük bir çadır kuruldu. Bunun sebebi, birazdan sevdiklerime açıklayacağım sürpriz alanı da saklamak. Binanın içini sizlere, Tayfun'un merak dolusu soru bombardımanında daha iyi anlatacağıma eminim.

Pencere önlerinde dizilmiş kenar masalar, aralarındaki duvarlarda sıralanan uzun kitaplıklar, orta masaların aralarına eklenmiş küp şeklindeki küçük kitaplıklar ve üstlerindeki çiçekler... Tezgahın karşısındaki köşede yer alan televizyon ve dekor amaçlı eklediğim atari konsolunu da sayarsak, iç dizayna dair her şey tamamdı. Tabii televizyonun yanında uzanan raflara dizilmiş kutu oyunları, ilk olarak İpek'in dikkatini çekti.

"Bunca oyun niçin peki?"

"Aslında o, Avrupa'daki bir mekanın uygulaması. Geldiğim zamanda internet ve onunla birlikte gelişen sosyal medya kavramına bağımlılık o kadar artıyor ki; uygulamayı geliştiren mekan, müşterilerinin masa başında telefonla oynamak yerine muhabbet etmeleri için kutu oyunlarını zorunlu kılıyor. İlk başta garip karşılanan bu kural, zamanla mekanın önünde saatlerce kuyruk bekleyen müşterilere yol açıyor. Neyse ki bu zamanda, o bağımlılık kavramı yok diyebiliriz ama yine de kahve içmeye gelen arkadaş grupları oyun oynamayı çekici bulabilir diye düşündüm."

"Bazı oyunları çok iyi oynayan müşteriler arasında turnuva bile düzenleyebiliriz bence."

"Güzel fikir Tayfun." diye ekledi Aslan amca. "O değil de, şu tezgahla kutu oyunları olmasa mekanı kütüphane zannedeceğim evlat. İyi ki o araştırma kitaplarını falan koymamışsın raflara."

"Yok Aslan amcam olur mu hiç? Şiir, deneme, kısa öykü, dergiler falan dolu işte. Yoksa benim okuduğum çoğu kitap sıkıcı geliyor insanlara."

İpek'in bakışları köşeli kubbenin hemen eteğinde başlayan ve yatay şekilde uzanan ahşap desteklere takıldı.

"Buradaki aydınlatma güzel ama desteklerin taşıyacağı kadar küçük raflar eklense, daha fazla saksı çiçekleri konsa güzel olmaz mı?"

"Olur tabii ama çiçekleri sen seçeceksin."

"Kabul, o iş oldu bil." deyip gülümserken, Aslan amca ve Tayfun'un yanında İpek'in tebessümünü seyretmekten utandım. Anlamış olacak ki, daha da gülümsedi.

"Yahu sen çağırınca biz de yapılacak iş var zannettik evlat. Mekanda her şey tamam, maşallah. Asıl sen şu, sır gibi sakladığın sürprizi açıkla bakalım."

"Vallahi Aslan Amca haklı. Sürpriz de sürpriz! Ne kadar merakta bıraktın ağa ya!"

"Tamam, tamam, beni takip edin."

Mekanın ana kapısından çıkarak açık alana ulaştık. Tam karşımızda, açık alanın uzunluğunca örtülmüş branda vardı. İç mimar ve yanındaki iki usta, bizi alanda bekliyordu. Onların bakışlarından, sürprizin hazır olduğunu anlayınca işaret verdim. Koca bir dikdörtgen olan brandayı yere indirdiklerinde, sevdiklerimin şaşkınlığı görülmeye değerdi. Aslan amca bile şaşkınlığını gizlemek için, tebessüm ederek bana baktı. Uzun zamandır, sürpriz diye sakladığım sır tam karşımızdaydı şimdi. Açık alanın karşı, uzun kenarına park etmiş, MAN SG 220 model otobüs, mekana asıl özgünlüğü katacak olan detaydı. Bu yıllarda sadece Konya'nın değil, pek çok büyükşehir belediyesinin aracı olan bu otobüs de, çocukluk hayallerimden birisi.

"Sana inanamıyorum ya, mükemmel olmuş!"

"İpek kızım, mükemmel olmuş da, bu otobüsü buraya nasıl çıkarttınız evlat?"

Aslan amcam merak etmekte haklıydı çünkü, otobüsün en rahat girebileceği iki kapı, binaya paralel olarak bulunuyordu. Mekanı ve açık alanı, parkın kapılarından ayıran tek şey yürüyüş yoluydu. Tabii tek problem bu değildi. Ara sokağa bakan kapı, hem dar hem de yüksekti. Oradan bu aracın geçmesi imkansızdı. Geriye tek ihtimal kalıyordu.

"Mecburen caddeye bakan kapının ahşap çerçevelerini söktük ve otobüsün manevra yapabileceği kadar duvarı genişlettik. Alana park edince de, parkın duvarını ve kapısını eski haline getirdik. Sağ olsun, belediye bu konuda epey anlayış gösterdi. Ee küçük dillerinizi yeterince yuttuysanız içeriye göz atalım."

Şoför koltuğunun hemen yanında küçük bir kasa ve arkasında ise tezgah bulunuyor. En arkadaki boşluğa kadar neredeyse tüm masalar iki kişilik ve körük kısmında da, karşılıklı olarak küçük raflar mevcut. Arka boşluğu ise, 'U' şeklinde koltuk ve masa kaplarken; hem kutu oyunları, hem de toplantılar için ideal bir alan oluşturuldu. Aydınlatmalar da dahil olmak üzere tüm iç dizayna, hayranlıkla bakan sevdiklerimi izlemek, günlerdir hayal ettiğim andı.

İçeriye giren iç mimar Rasim Bey de, hayranlık dolu ifadeleri görünce gülümsedi.

"Yirmi Adım Kahvesi'nin tasarımı için Çağrı Bey'e yardımcı oldum. Fakat bu proje tümüyle, onun eseridir diyebilirim. Şehrin sembollerinden biri olacağı şimdiden kesin. Bu arada ismin yer aldığı iki tabelayı daha yan taraflara monte edeceğiz Çağrı Bey, müsaadenizle."

"Sahi ismi ne bu otobüsün bakalım?"

"Körüklü Kahve."

"Bak işte bunca zaman sürpriz diye sakladığına değmiş evlat. Harika bir isim cidden."

"Ağa, otobüstü, körüktü derken buradaki fiyatlar daha fazla olmasın!?"

"Ulen Tayfun, daha mekanı açmadan fırsatçılık peşindesin." diyerek ensesine vurdum. "Ha tatillerde falan part time iş ararsan, bu kapı her zaman sana açık."

"Açılış ne zaman peki?" diye ekledi İpek.

"Akşam birkaç malzeme gelecek, yarına hazır olur. Öncelikle mahalleye duyurusunu yapacağım. Çevre mahallelerden de çocuklara görev verdim. Güzel bir açılış olur eminim."

    Ertesi gün saat henüz on bire gelirken, mekanın çevresindeki tüm kamelyalar dolmuştu bile. Körüklü Kahve'yi örten branda açılmış olsa da, binayı ve tüm açık alanı kaplayan büyük çadır halen kapalıydı. İki saat sonra, açılışa üç dakika kala neredeyse tüm mahalleli parkta toplanmıştı. Kalabalık ve parktaki panayır havası o kadar çekiciydi ki, caddenin karşısından ve daha ilerisinden gören, işiten herkes aynı heyecanla parka doluşuyordu. Artık binanın çevresindeki çim alanda adım atacak yer kalmamıştı. Fakat yapmam gereken bir şey daha vardı. Çevre mahallelere haber salan çocuklara bisiklet turu sözü vermiştim. Kalabalık anlayışla, yürüyüş ve yanındaki bisiklet yolunu açtı. Herkes elinden geldiğince binanın ve yolun çevresine sıralandı. Bisikletime binip pedalı çevirdiğim anda coşkulu alkışlar eşliğinde, peşimden gelen otuzdan fazla çocukla tura başladım. Turdan bahsettiğim için İpek ve Tayfun da hazırlıklı gelmiş, beni en yakından takip ediyorlardı. Fenerbahçe marşları çalan kornamın eşliğinde tüm parkı turlayıp yeniden binanın girişine geldik. Yol boyunca, çocukluğumda görüp tanıdığım herkesin, yine aynı sevinçle bana el sallayıp alkış tutmaları karşısında boğazım düğümlendi. Son düzlükte beni sollayan abim ve elinde kocaman Fenerbahçe bayrağımızı sallayan babamla, göz göze geldiğimiz an sevinçten ağlayacak gibi duran annemi izlemek...

Bugün en güzel hayallerimden birini gerçekleştirmek üzereyim ama bugünü hayatımın en benzersiz günü yapan şey, nabzımın adeta rüzgarla birlikte dans ettiğini hissetmemdir. Yirmi beş yaşında olup belki bir mucize sayesinde yirmi sene geriye giderek, beş yaşımdaki saf duyguları ve hatıraları yaşadığımı anlatmaya çalışsam, sizce bunu kaç yirmi senede başarabilirim ki?

Tura katılan çocuklarla, bisikletlerimizi müsait yerlere bırakıp çadırın önüne yürüdük. İşaretimle çadır açıldığında kapının önünde durdum ve hem binayı, hem de otobüsü gören onlarca insanın şaşkınlığını fotoğraflamaya başladım. Tabii bu hayrete artık alışan İpek ve Tayfun muzipçe poz verirken, Aslan amcam ise, çok sevdiğimi bildiğinden Turist Ömer pozu vermekle meşguldü. Bahçe kapısını açmak üzereydim ki, mahalleden küçük bir çocuk bacağıma sarıldı.

"Çağrı abi, keşke bu otobüsle tur atsaydık!"

"Hayda, paşam, bu öyle bir otobüs değil maalesef."

Yorumlar

Posta Kutusu

Ad

E-posta *

Mesaj *