Ana içeriğe atla

Translate

Önemli Açıklama!

Burada paylaştığım ve paylaşacağım her türdeki eser, tamamıyla ve yalnızca bana aittir. Farklı bir platformda, eserlerimden izinsiz alıntı yapanlara, eserlerimin tamamını veya bir kısmını kopyalayanlara karşı, her türlü hukuki süreci izleyeceğime emin olabilirsiniz.

Yalnızca kaynak gösterilmesi ve izin alınması koşuluyla alıntı yapılabilir.

Üstelik bu platformda; gelişmeyi desteklemeyen hiçbir eleştiri, dikkate alınmamaktadır...

No.13 / Parktaki Karavan


 

 

    Ertesi gün, evde kalan son işleri halletmek için sabahın ilk ışıklarından beri ayaktaydım. Her şeyin plana uygun olduğundan emin olmak istercesine, içeriye son kez göz attım ve anahtarı iç mimar Rasim Bey'e teslim ettim. Parka ulaştığımda saat sekize geliyordu ve sıcacık simitlerden almak için fırına girdim. Ali Osman amca da üç ekmek alıp kasaya doğru yönelmekteydi.

"Oo Çağrı oğlum, yoksa geç mi kaldın dükkanı açmak için?"

"Aslında tam vaktinde geldim, tabii temizlik için geç kalmış olabilirim."

"Bugün Nur ablanın işi var ama Rabia ablan yardıma gelecek. Gel kahvaltı yapalım, sonra hemen yardım etsin sana."

"Estağfurullah Ali Osman amca, Rabia ablam ne zaman isterse gelsin. Onlara mesai serbest, kahvaltı için de teşekkür ederim. Bugün dükkanda yapayım, hem İpek de gelir birazdan."

İpek'i duyunca daha çok gülümseyip veda etti.

Veteriner kliniğine pek uğramayan İpek, benimle birlikte kafede çalışacaktı. Asıl heyecanım bundandı doğrusu. O kendisini bir çalışan olarak görüyordu belki ama asıl niyetim onu kafeye ortak etmekti. Ben mekanın temizliğini bitirip otobüse doğru geçerken bahçe kapısından içeri girdi. Kot ceketinin cebinden, hediye ettiğim turuncu Walkman görünüyordu. Ovv harika bir sürpriz! Yanında canım kedim Muharrem de vardı.

"Ovv canım kedim Muharrem de gelmiş!"

"Vallahi seni biraz daha görmeseydi, benim canım kedim olacaktı."

"N'apayım ama? Hem bu yoğunluğumda senden daha iyi kim bakardı Muharrem'e?"

Muharrem'i mekanda onun için ayarladığım köşeye bırakıp otobüse gittik. Ben masaları temizlerken İpek de, tezgahı düzenlemekle meşguldü.

"Çağrı, bunu nereye koyacağımı bilemedim?"

"Ne ki o?" diyerek yanına gittiğimde bir an için İpek'e baktım.

Elinde küçük bir hediye paketi vardı.

"Bakma öyle şaşkınca, al bakalım akıllım. Birlikte nice mutlu yıllara." deyip sarıldı.

Hem mahcubiyet hem de neşeyle teşekkür edip paketi açtım. İçinden, bisiklet kornamda yer alan Fenerbahçe marşlarının olduğu bir kaset çıktı.

"Yok canım!? Bunu nasıl ayarladın?"

"Yaptık bi'şeyler. " derken ellerini beline koyup havalı bir edayla sırıttı. "Ee, hadi, şimdi bütün mahalleyi uyandırma vakti."

Biz yine de kısık sesle marşları dinlerken birkaç müşteri geldi. Müşteriler hesaplarını ödeyip masalara geçtiğinde, Tayfun da bisikletiyle gelip yardımımıza koştu. Kalan iki masayı özenle silip temizlediği sırada "Caddenin ilerisindeki trafik parkına ne oluyor? Haberiniz var mı?" diye sordu heyecan içinde.

Sanki söyleyeceğim şey, günlük hayatın rutininde oldukça sıradanmış gibi sakince cevapladım.

"Ne olacak? Parkı satın aldım, içine de ev yaptırdım."

İstemsizce kulak misafiri olan müşterilerimiz bile dönüp bakakaldılar.

"Ağa kafayı mı yedin? Böyle güzel bir haber hiç saklanır mı?"

"İlahi Tayfun, bu mekan da sürprizdi, hatırlatırım. Hem ne olmuş yani, inşaat bitti sayılır. Sen yukarıdaki mahallede oturuyorsun. Bu zamana kadar nasıl fark edemedin? Yine de merakınızı azaltayım, akşama orayı gezmeye gideceğiz."

İpek şaşkınlığını sürdürüyordu haliyle.

"Yok, yok. Ben görmeden inanmam zaten. Tayfun, ev nasıldı peki?"

"Hiçbir şey görünmüyor ki. Metrelerce uzunlukta branda çevrili parkta. Branda üstünde sadece 'Palas Pandıras Köşkü' yazıyor. Önceden de branda vardı ama daha yeni yazı asmışlar üstüne. Ben onca zamandır belediyenin çalışması var sanıyordum."

"Sen de bir tuhafsın Çağrı ya. Hadi burası epey yenilikçi bir mekan ve o yüzden sürpriz olarak sakladın diyelim. Yeni evini neden söylemedin?"

"Ohoo size de önceden bilgi vermeye gelmiyor. Gidince anlarsınız zaten, sabredin canım." Muzipçe bir bakış atarak sırıttım. "Hem ne belli, o evin de yenilikçi olmadığı?"

    Akşama doğru yemeğimizi yedik ve İpek'le Tayfun o kadar çok meraklandılar ki, telefon ederek Aslan amcayı da çağırdılar. Aslan amca bu telaşın sebebine hayıflanırken ben de daha akşam olmadan mekanı bir saatliğine kapatacağım için sitem ediyordum. Planladığım saatte Rasim Bey, bizi arabasıyla aldı ve yukarı doğru yaklaşık bir kilometre boyunca caddeyi takip ettik. Anlattığına göre bir saat önce, parkı çevreleyen tüm brandalar sökülmüştü ve ustabaşı anahtarları Rasim Bey'e teslim etmişti. Bu küçük park, caddeyle ona açılan bir sokağın kesişiminde, neredeyse üçgen şeklinde tasarlanmış. Biz de sağa doğru uzanan sokağa girerek, arka taraftaki garaj kapısından içeri giriş yaptık. Tabii brandaların kaldırılmış olması yine de sürprizi bozmuyordu. Çünkü bahçe, çevredeki yoğun trafiğin rahatsız etmemesi için üç metrelik taş duvarlarla çevrilmişti. Duvarların iç kısmında ise, sıra sıra uzun çam ağaçları uzanıyordu.

Arabayı park edip bahçenin ön tarafına doğru yürüyen Rasim Bey'i takip ederken, İpek ile Tayfun heyecan içinde, çatı katı bulunan tek katlı ahşap evi inceliyorlardı. Aslan amcam da sessizliğimden, güzel bir sürprizin yaklaşmakta olduğunu sezmiş gibi muzipçe gülümsüyordu. Biraz daha ilerledikten sonra Rasim Bey durarak, daha önce provasını aldığı sunumuna başladı.

"Hanımefendi ve beyefendiler! Palas Pandıras Köşkü'ne hoş geldiniz!" elindeki küçük kumandadaki sarı tuşa basınca, sarı renkli loş ışıklar yandı. Çatı katı bulunan karşılıklı tek katlı ahşap evlerin ortasında, çatıların dış kenarlarına paralel uzanan cam tavan yükseliyordu. Cam tavanın koruduğu geniş holde de, çift vagonlu altmış yedi model Düewag tramvay, tüm ihtişamıyla bizleri selamladı. İpek şaşkınlıktan elini çenesine götürürken Tayfun sessizliğini koruyamadı.

"Üf, üf, üf... Ağa bu nedir böyle!?"

"Bu tramvayın karavanım olmasını istemişimdir hep. Muhteşem bir düşünce olmuş evlat." diyen Aslan amca omuzlarımı sıktı.

Onların tepkisine sevinen Rasim Bey tanıtımına devam etti.

"Karavan tramvayımızın üzerine özel bir teras platform tasarladık. Böylelikle, gündüzleri cam tavandan bütün hol aydınlanırken geceleri de gökyüzü izlenebilecek. Şaşkınlığınızı atar atmaz soracağınız ilk soru, bu tramvayın nasıl buraya getirildiği olacaktır. Şimdiden cevaplayayım efendim. Her iki ahşap ev tamamlanınca tramvayımızı, gecenin ilerleyen saatlerinde iki vagon olarak getirdik. Ardından burada karavan haline döndürülmeden önce montajları gerçekleşti. Tabii onu getiren tırların dorselerinde kapalı hazneler bulunmaktaydı. Anlaşılacağı üzere, Çağrı Bey'in karavanını ilk gören kişiler sizler oldunuz."

"Peki ya bu ahşap evler niçin?" İlk şaşkınlığı Aslan amca atmıştı.

"Çağrı Bey'in sahip olduğu koleksiyonlar o kadar fazlaydı ki, onları sağlam bir şekilde muhafaza edecek depoya ve aynı zamanda sergileyebilecek müzeye ihtiyaç duyduk. Evlerin zemin katları müze halindeyken çatı katlarında da çeşitli yaşam alanları mevcut."

"Öyleyse yeni evimin ilk misafirlerini kahveye davet ediyorum." deyip önden ilerledim.

Holün sınırlarını belirleyen cam kapıdan geçip doğruca tramvayın içine girdik. İki vagon boyunca uzanan karavanda önden arkaya doğru; oturma grubu, mutfak, orta körükte mini kitaplık, daha büyük oturma grubu, banyo ve yataklı bölüm bulunuyordu. İçerideki heyecanlı inceleme bitmezken kahvelerimizi çoktan hazırlamıştım bile. Tramvayın üstündeki terasa çıkan merdivenlere yöneldik. Bahçeyi çevreleyen ağaçlar o kadar sık ve uzundu ki, böylesine yüksekte oturmamıza rağmen çevredeki hiçbir evi göremiyorduk. Kahvemizi bitirince sevdiklerimin neşesini izledim doyasıya.

"Ee, kahveler de içildiğine göre diğer otobüs olan karavana geçebiliriz."

Tayfun hemen atıldı.

"Nasıl yav? Bir karavan daha mı var bahçede?"

"Ohoo! Kahvenizi içtiyseniz hadi bakalım iş başına diyor patronun akıllım."

Fincanı tepsiye bırakıp asker selamı veren İpek, hepimizi kahkahaya boğarken Aslan amca da, Tayfun'un sırtına vurdu.

Yorumlar

Posta Kutusu

Ad

E-posta *

Mesaj *